Murat Bakan
M.Ö 213 yılında Çin imparatoru, bilimle ilgili olmayan her türlü aydın dökümanı yasakladı. Otoriter hükümdarların ,bilgi dolaşımının 21.Yüzyıldan önceki zorlu döneminde kitlesel hareketlerin ve örgütlenmelerin önüne geçme aracı olarak sansürü seçişinin öncüsü oldu.
Avrupa’nın karanlık senelerinde Katolik Kilisesi sansürü ana araç olarak kullandı. Bilimsel gelişmeyi yavaşlatmak ve otoritesini kuvvetlendirmek için bilim insanlarının makaleleri dahil belgeler sansürlendi. Sanayi devriminde ve toplumların açıklaşmasından itibaren sansürün kendisi bir perde altına gizlendi, ve artırılan majör özgürlükler ve ortadan kalkan ceberrut otoriter aygıtlar, yeni ulus devletlerin şekil değiştirmiş, ancak temelde hiçbir gözlenebilir farkı olmayan, otoriteryen hedeflerini kitlesel coşku altında gizledi.
20.yüzyılda, ulus devletin doruk, merkezileşmiş ve şovenist skalada en yüksek boyutu olan faşist rejimler, sansürü şiddetle birleştirdiler (tıpkı onlardan asırlar önce, çok düşman oldukları kilisenin yaptığı gibi) ve tıpkı diğer tüm eylemleri gibi korkuyu kuvvetlendirmek için kullandılar. Video aygıtlarıyla kayda alınan, kitlesel kitap yakma eylemleri, vandalizme uğrayan marksist akademisyenler ve yazarlar, onlardan sonra gelebilecekler için birer örnek oldular. Türkiye’de ise sansürün tarihi, aydınların ideolojik saiklerle kurdukları gazetelerin tarihi ile paraleldir. II.Abdülhamid döneminde, sansürden kaçamayan Jön Türkler, çözümü gazetelerini Fransa başta olmak üzere başka merkezlerde çıkardılar. Cumhuriyet döneminde ise, Takrir-i Sükun yasasının ardından ülkede medya, devlet ajandasına paralel gazeteler ve radyoevi merkezli bir rejim megafonu haline geldi. Bu durumu, sansürün doruğa ulaştığı, binlerce gazete ve derginin yasaklanıp, gazetecilerin yargılandığı cunta devirleri izledi. devletin medya tekelinin yıkılışı neo-liberal ekonominin ülkede oturmasına kadar beklemek zorunda kaldı. Özel televizyonlar ve radyolar, bağımsız fikirlerin yalnızca gazete ve dergiler aracılığıyla yayıldığı dönemi kapatarak, görsel ve işitsel alanda da tek tipçiliği yıkacak mıydı?
Devletin boşalttığı kuklacı koltuğu, artık büyük medya gruplarına aitti. 90lı yıllar boyunca medya, patronlarının ters düştüğü politikacılar ve siyasetçilerin korkulu rüyası oldu. Gazeteler tuttuklarını bırakmıyordu. 2002 yılından itibaren ise medyada gözle görülür kutuplaşmanın emareleri oluştu. Özel kanal kurmanın ve işletmenin getirdiği finansal yük yüzünden , patronlar iktidar tarafından verilecek herhangi bir sübvansiyonun boynuna dört elle sarıldılar. Siyasi iktidarın ve ortağı olan çıkar gruplarının (Spesifik dini örgütlenmelerin) yayın organları, iktidarın adımlarını tam gaz desteklediler. Bunun en sağlam örnekleri ise, sonradan tüm sanıkların beraat ettiği ve artık “kumpas” olarak anılan, Ergenekon-Balyoz olaylarında Taraf, Samanyolu ve Zaman adlı yayın organlarının rolüdür.
Medya gruplarının, oportünist amaçlarla uyguladıkları otosansür, önceden bu gruplara ait medya kuruluşlarında çalışan muhalif gazetecilerin, zaman içinde bulunamaz hale gelmelerine yol açtı. Bu gazetecilerin sistemin dışına itilişiyle medya, “Vatandaşın haber alma hakkı” kapsamındaki görevlerini yapamaz hale geldi. Bu duruma verilebilecek en büyük örnek, ana akım medyanın Türkiye’deki en büyük kitlesel protesto hareketlerinden biri olan Gezi Parkı protestolarına karşı uyguladığı görmezden gelme ve çarptırma politikasıdır. Hakkında herhangi bir delil bulunamayan, protestocuların başörtülü bireylere saldırdığı gibi iddialar, ana akım medyada sayısız kez dillendirilmiştir. Polisin sebep olduğu protestocu ölümleri medya yoluyla örtbas edilmiştir.
İktidarın çok başarılı medya fethinin ardından dışarı itilen gazeteciler, mesleklerine devam etmenin yolunu sosyal medya platformlarında buldular. Bu platformlar aynı zamanda kişisel haber kurumları yarattılar. Youtube, Twitter gibi platformlarda milyonlarca aboneye sahip ve bu yolla geçimlerini sağlayıp, hem de herhangi bir yaptırım olmadan haber yapabilen gazeteciler, 2022 yılında, devletin soğuk yüzüyle karşı karşıya kaldılar. 13 Ekim 2022’de, TBMM genel kurulunda kabul edilip kanunlaşan Dezenformasyon Yasası, iktidar mensuplarının “yalan veya yanıltıcı haber” olduğuna karar verdiği haberlerin, veya alelade kişiler tarafından paylaşılan veya yayılan (yani beğenmek, retweet ederek daha fazla insanın bu paylaşımları görmesine sebebiyet vermek de dahil olacak şekilde) bilgilerin beraberinde paylaşan kişiye hapis cezası gelmesini öngörüyor. Bu çoğumuzun takip ettiği anonim haber sayfaları da dahil olmak üzere, bağımsız haberciliğin sonu anlamına geliyor.
İnternetin icadından bu yana, bilinçli kullanıcılar mahremiyet ve güvenlik gibi sebeplerle, alternatif ve merkeziyetsiz platformlar yarattılar. Mevzubahis yasa ile beraber, ana akım sosyal medya şirketleri olası bir hukuki durumda, kişisel bilgilerin tamamını devlete teslim etmekle yükümlü oldukları için, bu platformların kullanıcı sayılarının yükselişe geçeceği öngörülebilir. Bunların örnekleri, pek hızlı bir internet aramasıyla öğrenilebilir. Özellikle teknoloji ve internet hakkında bilgili bireylere düşen, bu platformlar hakkında çevrelerine gerekli bilgilendirmeyi yapmaktır. Karanlığın üstünü karanlıkla kapatmaya çalışmak, kimseye toz pembeyi getirmeyecektir.
Comentários