top of page
Die Schüler der Lupe

“Diriyim, Şimdilik!...”

Dilara Özcan


"Hani diyorlar ya, rüyamda bunun bir rüya olduğunu biliyordum diye... Kabustayım ama bunun hayatım olduğunu biliyorum"

Seray Şahiner'in Ülker Abla romanında modern çağın çıkmazlarından biri olan aile içi şiddetten kaçıp hayata tutunmaya çalışan Ülker ablanın mücadelesi anlatılarak Türkiye'deki kadına yönelik şiddeti semboller, leitmotive tekniği ve mizahi bir anlatımla eleştirilir. Babasının şiddetinden kurtulmak için kocası ile evlenen Ülker yine şiddetten kaçamamıştır. Bu evlilikten olan erkek çocuğu Ülker'i korusa da askere gittiğinde Ülker yine şiddetle karşı karşıya kalmıştır. Roman, kocasından ayrılmak isteyince de ölümle yüzleşen Ülker'in canına tak etmesiyle evden kaçarak hayatını değiştirmesi ve sonrasında yaşananları ele alır. ​


Türkiye'de de olduğu gibi bütün ataerkil toplumlarda narin, zayıf kadın figürüne zıt bir karakter olan Ülker abla kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, kendisini acındırmayan biri olsa da korku ve şüphe dolu olduğu roman boyunca "Ben: Ülker: Diriyim. Şimdilik" cümlesinin ve kocasının onu bulacağı ihtimalinin verdiği tedirginliğinin tekrarı ile verilir. Bu “dirilik” evsiz ve maddi olarak geçimi sınırlı olan hayata tutunmaya çalışan kadınların ruh halini yansıtır. İnsanın en temel ihtiyaçlarından yoksun olan kadınların bir kaçışın içindeyken hayata tutunma çabasıdır.


Tezat ve ironilerle dolu olan roman Ülker’in nasıl hastaneye düştüğünün anlatımı ile açılır. “Burası: Hastane. Benim evim.” benzetmesi ile içinde bulunduğu sıkışmışlık ve tutsaklık hissini öne çıkaran Ülker; isyankâr bir ton ile toplumun kadına olan şiddete gereken tepkiyi vermemesi, normalleştirmesini eleştirir. Bunu bu kez tedavi için değil, tedbir için hastaneye gelmesini vurgulayarak yapar. “Hani yazıyor ya hastanelerin duvarlarındaki afişlerde, erken teşhis hayat kurtarır diye. Erken tedbir de hayat kurtarır. Umudum bu yönde en azından” (Şahiner, 11) cümlesinden şiddete maruz kalan kadının çaresizliği gösterilir. Hastanede bile hayatının kurtulamayacağı düşüncesi mağdurun korku ve sıkışmışlığını gösterirken kadını koruyamayan ve görmezden gelen sistemi de eleştirir.


Ülker, maddi olarak da kocasına bağlı olan bir kadındır Hastaneye gelince tek hobisi olan örgü örmeyi maddi bir kaynak yapmaya çalışmasının yanında hastanede de refakatçi olarak odadan odaya gezerek kocasından saklanır. “Bir şey diyim mi: Ben böyle hayatın içine sıçayım. Yıllarca kocam nefesimi kesmesin diye uğraştım, şimdi de elin adamları ‘nefes alsın yeter’ deyip bana ilişmesin diye uğraşıyorum” karşılaştırması ve mizahlı ton ile Ülker yeni hayat şartlarının ironisi ve absürtlüğünü eleştirir. Ne kadar memnun olmasa da canını kurtarmaya çalıştığı için “Ama ne yapayım… Can havli…” diyerek zorluklara boyun eğmesi gerektiğine değinir.


Bir hasta yakınından Freud’un “kocalarımızda babamızı tamamlarız” öğretisini öğrenen Ülker şiddetle karşı çıkar ve Freud’u “ağır tahrik bahanesiyle katile iyi hal indirimi veren mahkemeler”e benzeterek roman boyunca Freud’a söver. Hasta yakınının Lakan’ın da Freud’u savunduğunu söylemesiyle kendini kaybeden Ülker kavga eder ve hastaneden dışarı atılır. Hastaneden atılmasıyla bu sefer sokakları evi olarak anlatır. Ülker, gece olunca yirmi yıl boyunca koca dayağı yemekten başka seçeneği olmamasını ev ve sokağı karşılaştırarak açıklar. “Geceleri kadınların üstü fosforlu kalemle boyanır. Ne kadar it uğursuz var, hepsinin gözüne çarparsın. Biz eşek sudan gelinceye kadar dayak yemeye meraklıydık da kocamızın evinde bunca yıl oturduk? Dışarısı içerden tehlikeli diye…” (Şahiner, 52) karşılaştırması ile Ülker kendisine akıl veren insanlara cevap vererek kadınlar için dışardaki zorlu koşulları ve özgürlüklerinin sınırlanmasını anlatır. Dışarıda gezinen Ülker bir parka gelir.


Romanda kadının fiziksel ve ruhsal olarak şiddet görmesinin öne çıkan en çarpıcı örneği dürüm sembolü üzerinden verilir. Ülker'den daha büyük evsiz kadının aç kalmamak için iki genç tarafından uğradığı tecavüze tanık olunur. "İçim çok ses yapıyor. Kalbim. Güm güm güm güm. Açım. Sık dişini Ülker." (Şahiner, 72) iç monoloğu ile tecavüze tanık olan Ülker'in çaresizliği verilir. "İçim çok ses yapıyor" kişileştirmesi ile Ülker'in üzüntüsü, öfkesi, çaresizliği ve nefreti anlatılır. Gördüklerini yüreğine ve aklına almak istemeyen Ülker'in sıkışmışlığı ve yardım edememesinin getirdiği sinir ile panik yaşaması Xanax ilaç sembolü üzerinden verilir. Akıl almaz derecede vahşet ve şiddet her insanın psikolojisini etkilediği gibi Ülker'in de psikolojik rahatsızlıkları olduğu görülür. "İlaç olsa o yatıştırırdı. Bir bağırabilsem..."(Şahiner, 72) cümlesindeki "bağırmak" fiiliyle insanın kendi elinde olmayan çıkmazların doğurduğu sıkışmışlıklara karşı olan bunalımı görülür. Elinden hiç bir yardım gelmeyen Ülker çaresiz, üzgün ve bunalmıştır.


İnsanların masum düşüncelerini, acımasızlıkları ve görmezden gelmeleri eleştirmek için metinler arasılık tekniği de kullanılır. "Bu masalda en çok uyuma kısmına özeniyorum. Kız, başıma bir iş gelir mi diye evhamlanmadan 100 yıl uyumuş ayol!" ünlem cümlesiyle uyuyan güzel masalının masumluğu ile Ülker kendi hayatını karşılaştırarak hayatlarımızın sarpa sarmışlığı ve kaotikliğini alaycı ve samimi bir ton ile gözler önüne serer.


Hayatını düzene sokmaya çalışan Ülker'in macerası roman boyunca kimliği olmamasına rağmen roman sonunda ölen kadının kimliğini tesadüfen sahiplenmesi ile biter. Ülker'in hayatını az da olsa yoluna koyduğu ve yeni maceralar beklediği romanın başından itibaren öne çıkan "Ben: Ülker: Diriyim. Şimdilik" cümlesinin "Ben: Ayşe Çetin. Diriyim. Bir süre daha..." değişiminden anlaşılır.


Bu değişimle kadınların toplumda varolma ve sesini yükseltme çabasını vurgulayan Şahiner, Ülker Abla romanında bugünlerde de aşina olduğumuz onlarca kadın cinayeti, taciz ve psikolojik şiddet haberlerini göz önünde bulundurarak Türkiye'nin "İstanbul Sözleşmesi"'nden çıkmasına sessiz kalmamayı sürdürür.


42 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


Yazı: Blog2_Post
bottom of page